ÜSKÜDAR'DAKİ BU MEZARLIKTA YATANLAR GİZLİ YAHUDİLERDİR! Sabetaycılardır! |
Selanikliler'in önyargısız ve antisemit gerçek hikayesini öğrenmek için İslam Ansiklopedisi'nin ilgili maddesi ve İbrahim Alaeddin Gövsa'nın "Sabetaycılık" kitabının rehberliğinde sizi bir mezarlık ziyaretine davet ediyoruz. Bülbülderesi-Fevziye Hatun Cami'sinin avlusundan başlayarak ta Fıstıkağacına kadar tırmanan yokuşun sağında özel bir mezarlık bu...
Kimler yatmıyor ki burada... Azra Erhat orada, Yusuf Atılgan orada, "İzmir'de Yunana ilk kurşunu atan" Hasan Tahsin de orada... Meşrutiyette ve Cumhuriyette sanatta, sinemada, basında (Selanik-İzmir Yeni Asır-Sabah), tekstilde, tütün ticaretinde, külliyen ithalatta başı çeken ünlü aileler de orada;İpekçiler, Dilberler, Bezmenler... Mısırlı, Bilgin, Kaptana, (Katibi Umumi Mithat Şükrü) Bleda, Boran, İrişik, (Elçin-Ergin) Telci, İnsel, Ogan, Somay, Duhani, Öğütmen, Kapancı ailelerinin yedi ceddi bu mezarlıkta uyuyor.
Mezartaşlarının hemen hemen hepsi resimli. Kahverengi-beyaz sepya fotoğrafların çoğunda "Foto Osman Hasan" imzası okunuyor. 1930-1950 yılları arasında çok misafir kabul etmiş bir mezarlık bu. Şimdilerde ayda yılda bir gömüleni var.
Selanik'ten, Şam'dan, İzmir'den, Mısır'dan, gelip de orta hallileri Selamsız, Fıstıkağacı, Bağlarbaşı gibi Üsküdar'ın iç semtlerini mesken tutan, zenginleri ise, Bakırköy, Nişantaşı, Teşvikiye'de takılan "Dönmeler"e ait özel bir mezarlık bu. Kitabeti de hitabeti de farklı, "fatiha" talep etmeyen, şekli şemali bir olmayan, "fotoğraflı" bu mezarlıkta halen tükenmiş bir tarikatin 300 yıllık tarihi uyuyor.
Selanik mezarlığına Şeyh Mahmud Hüdai hazretlerinin müridi, 1627 tarihli "Asadar Baba" yatırına selam verilerek giriliyor. Mezarlığın altından yukarı doğru tırmanan yokuşun adı da Selanikliler sokağı.
Mezartaşlarının çoğunda ortak şu "itiraf" var: "Sakladım, söylemedim derdimi, gizli uyuttum.. ." Ve kitabeleri genellikle "Ey zair (ziyaretçi) ben Selanikli falanca..." şeklinde başlıyor. Kimilerinde ölünün mesleğini temsil eden semboller kazınmış: Gemi çapası, berber makası, pergel, makas (Terzi Ayşe Hanım 1953)... kimilerine ise, kelebek, pancar, buhurdanlık, kırlangıç, yılan motifleri işlenmiş. Bir tanesi var ki, sigara paketi şeklinde:
Dumanla karışık nefesin / Bırakamadın sanki sevgilin / Şimdi artık yanında dostun sigara senin / Nur içinde yat sevgili Güzekin.
Bir başka mezartaşından ise, Selaniklilerin kültür düzeyini, ticari hedeflerini, aile ideallerini gösteren acıklı bir roman gizli (aynen aktarıyoruz):
"Hayatım birçok hastalıkların ıztırabına göğüs gererek mütemadi çalışmakla geçti. İngiliz, Fransız, Alman lisanlarını edebiyatına vakıf olarak öğrendim. Mancester'de büyük babamızdan tevarüs ettiğimiz ticari mevkii pek az zaman sonra kardeşim Nuri'ye terk ettim. Muvaffakiyatımın varisi hakikisi olan Nuri ailemi yükseltti. Ben 22 yaşında Selanik topraklarında gömüldüm. Şimdi kemiklerim bile kalmadı. İsmimi yad için Nuri'nin mezarına resmimi koydular. Babam kardeşlerim Hüsnü ve Nuri'nin kemiklerini benim de resmimi sinesinde taşıyor."
Mezarlıkta zifaf!
20 yaşında yaşama veda etmiş bir genç kızın (Rabia Zafer Göksu 1921-1942) hislerine yakınları (muhtemelen annesi) şöyle tercüman olmuş:
"Zafer işte budur... / Gelinlik çağıma yakışsın diye / Bu taştan çelengi ördüğüm için /Gözünüz yaşlarla beni yadedin / Zifafı burada gördüğüm için / Anneme uğrayın size okutsun / Bir kitap yazıldı öldüğüm için..."
Bugüne kadar Türk sandığımız bir kahraman(!) da meğer bir "Dönme"ymiş... Buyrun: "İzmir'de işgalci düşmana ilk kurşun atan hürriyet kahramanı mukaddes şehit gazeteci Osman Nevres (HasanTahsin Recep) 1888-1919"...
Bazı mezarlar heykel güzelliğinde, bazıları çok pahalı, mesela 12 yıl önce gömülen Osman Yümnü Mısırlı'nın (1929-1989) mezarı. "Muharrir Selanikli Tevfik" (1871-1955) bütçesine göre daha makul bir istirahatgahta.Yazgan ailesi, Atamanlar yukarılarda, asırdide sedirlerin altındalar. Karanfil ailesi, Hatice Atiye-Suzi Bleda, Jale Dilber (1913-1987) hiç yıkılmayacak zannıyla yapılmış şık mezarlarında komşuluk ediyorlar... Merdivenlerin başında "Sönmüş Manolya Saliha Nedret", Ferdi Nihat (1917-1913),Atatürler, Birenler, Ülgerler, İşmenler, İdemenler... Karadenizin derinliğinde kaybolan Millet vapuru süvarisi Besim Kaptan da (2.12.1936) orada yatıyor...
Kimdir bu Dönmeler? Ne kadar Yahudi ne kadar Müslüman bir cemaat bu? Duaları, ibadetleri, inanışları nedir? Bu sır, bu gizlik, bu esrarengiz hava niye? 17. asırdan itibaren, bilhassa İzmir ve Selanik'te yaşayan, Müslüman adı ve kıyafetiyle dolaşan "gizli Müslüman-Yahudi cemaati" üyelerine, Osmanlı Türkleri tarafından, din değiştirdiklerini başlarına kakmak için "Dönme" denmiş. Bu lafı lisanına yakıştıramayanlar ise, nezaket kasdı ile onlara "avdeti"derlermiş. Bu da 'dönme' demek...
Bir meczub: Sabetay Sevi Bu gizli mezhep, İzmir'de Türkler arasında Kara-Menteş lakabıyla anılan İspanyalı muhacir yahudi Modehay Sebi (Geyik) oğlu Sabetay Sevi (1632-1675) tarafından kuruldu. Hahamlık tahsil ederken "Zahor" yorumuyla"Kabbala" adı altında toplanan teosofik fikirlere merak sardıran bu genç Yahudi, o asırda zuhuru beklenen Mesihin kendisi olduğu iddiasıyla ortaya çıkmış ve İzmir'de 1648 senesinde mesihliğini ilan etmişse de, bu iddiasında fazla ısrar etmemiş, fakat Mısır, Kudüs ve Atina'ya bir yaptığı bir geziden sonra "1666"da (bu tarih Hıristiyanlar arasındada Mesihin zuhur tarihi diye kabul edilir) mesihliğini tekrar ilan etmişti. İzmir yahudilerinden etrafında pekçok taraftar toplanmış ve şöhreti bir taraftan ta Budin'e, diğer taraftan Lehistan, Almanya, Hollanda, İngiltere, İtalya ve Kuzey Afrika'ya kadar yayılmıştı. Hatta İran'a kadar varan bu şöhret ve nüfuz, Acem Yahudileri arasında bile bir hareket uyandırmış ve onlar: "Bizim mesihimiz geldi, artık toprak bellemeyiz" diye ayaklanmışlar.
Dönmeler kendilerine "Ma'aminim" (Müminler) ve "Haberim" (Ortaklar) veyahut "Ba'alemilhamah" (Mücahidler) isimlerini vermişlerdi. Bu cemaat mensuplarına yalnız Edirne'de "Sazannicos" (Küçük sazan balıkları) derler. Rivayete göre, bu gizli cemaat mabedinin Balık Pazarı yakınından bulunmasından veyahut cemaat mezhebinin mesihi ve başı olan Sabetay Sevi'nin bir kehanetinden kaynaklanıyordu. Kehanete göre; Yahudilerin kurutuluşu Hut (Balık) burcu altında vaki olacaktır!..
Musevi inanış ve ibadetinde farklar yapmaya kalkışan bu hahamın hareketini İstanbul Hahambaşılığı hoşgörmeyerek, kendisini aforoz etmeye ve hatta -bir rivayete göre- öldürtmeye kalkışmış ve diğer taraftanYahudilerin her günkü dualarında padişahın adı geçen fıkrayı, "Padişahlar padişahı" ve hatta "Davud'un oğlu Süleyman" şeklinde değiştirmesi Osmanlı hükümetinin de dikkatini çekmiş ve genç haham ancak bundan sonra takibe alınmıştı.
İzmir Yahudileri arasında türlü kargaşalara neden olan bu hahamı Sadrazam Köprülüzade Fazıl Ahmet Paşa önce İstanbul'a getirip hapsetti. Burada da faaliyetini sürdürünce Çanakkale'ye naklettirip Kumkale'de (Abydos) kalebend etti. Ama bu defa da Kumkaleye Avrupa'nın çeşitli yerlerinden ziyaretçi akını başladı.
İkinci bir mesih olmak iddiasıyla Kumkaleye gelen ve uzun münakaşalardan sonra fikrini kabul ettiremeyen Nehemya Cohen adlı bir Lehli haham, Sabetay'ı fesatçılık töhmetiyle hükümete ihbar etti. Bunun üzerine Sabetay Edirne'ye getirilmiş ve IV. Mehmed'in "kafes arkasından" iştirak ettiği bir divanda Sadaret Kaymakamı ve Şeyhülislamı tarafından, Moşe ben Rephael Efendi'nin tercümanlığında sorgulandı.
Hakkında ileri sürülen ithamları reddetmiş ve "İslamiyeti kabul etmek veyahut idam olunmak" arasında tercih yapmak zorunda bırakılınca Müslüman olmuş ve Mehmed Efendi adını almıştı. Kendisine 150 akça "kapı ortası tekaüdü" ihsan edildiği gibi müslüman olan arkadaşına da "çavuşluk" rütbesi verilmişti.
Sorgulama sırasındaki hazır cevaplığı, dilbazlığı ve cesaretiyle padişahı bile etkilemişti. Bu yüzden olsa gerek Edirne Sarayı'na yerleştirildi. Artık Mehmet (Aziz) Efendi ismini taşıyan Sabetay; Vanizade Mehmed Efendi'den İslamı öğrenirken eski kanaatlerinden vazgeçmiş değildi. Hiçbir zaman da vazgeçmedi. Ülkenin uzak köşelerinden, Kudüs'ten, Şam'dan, Bağdat'tan gelip ona katılan Yahudiler vardı. Padişah her nedense, Sabetay'ın faaliyetini genişletmesine ve havralarda vaaz etmesine göz yumuyordu.
Ona inananlar kendisine alenen mesih gibi tapmaya cesaret edemeyerek, Müslüman kisvesine bürünmeyi uygun görüyorlardı. Esasen Sabetay'ın "18 emrinden" 16.'sında, "göz boyamak için müslüman gibi görünmek lüzumu" tavsiye edilmişti. Bir müddet sonra Hahambaşılığın da bastırmasıyla Sabetay'ın propagandadan menedilerek, İstanbul'a çağrıldığı ve Kuruçeşme'de ikamete zorlandığı biliniyor.
Buradan sonra Kağıthane'de bir yere gizlenen Sabetay, yine Yahudilerin şikayeti üzerine, Arnavutlak'ta Berat şehrine sürülmüş ve beş sene yaşadığı bu şehirde veyahut -bir rivayete göre- hava değişimi için giittiği Ülkün'de (?) 30 Eylül 1675'te öldü. Sabetay'ın bu kadar maceradan sonra iddiasından vazgeçerek Müslüman olması arkasından gidenler arasında şiddetli gazap ve hiddet uyandırmış ve ancak sınırlı sayıda müridleri asıl mesihin göğe çıkıp, Müslüman kıyafetinde dolaşan zatın onun "hayali" olduğuna inanarak, kendisine sadık kalmışlardır.
İşte bunlar Sabetay'ın vefatından sonra, yalnız "zahiri" değil aynı zamanda "batıni" olduğunu iddia eden ikinci eşi Ayşe kadın etrafında Selanik'te toplanmışlardı. Bunların aralarında Türkler ve Makedonyalılar da vardır. Bu kadın; kendi öz kardeşi Yakup'u, güya mezarından çıkan Sabetay'dan hamile kalıp, 12 yaşına erişmiş bir oğlan boyunda (Yakup) doğurmuş olduğu iddiası ile ortaya çıkmıştı...
Yakubilerin(dönmelerin bir koludur) ve Bevvab Baba'nın zuhuru Bu kadın, o devirde dünyada hüküm süren mesih özlemi sevkiyle Selanik'te oğlunun mesih şeklinde alemde yeniden zuhur ettiğine inanan ve ona Allah imiş gibi tapan birçok taraftar bulabildi. Bunlar Yakup Sevi'ye İspanyolca "Querido" (sevgili) unvanını da takmışlardı. Hepsinin bir Musevi adı bulunmakla beraber daima Müslüman adlarıyla çağrılan ve hemen hemen tamamiyle İspanya göçmeni Yahudilerden müteşekkil bulunan bu cemaat, cumartesi günleri ateş yakmamak müstesna olmak üzere, bazı Musevi ibadet ve ayinlerine sadık kalmışlarsa da asıl Yahudilerden tamamen ayrılmış ve onlara "koferim" (kafirler) ismini vermiştir. Neşredilmiş bazı dualardan anlaşıldığına göre ibadet dilleri İbranice, Ladino ve Latinceden mürekkep bir dildedir.
1875-77 seneleri arasında bir zamanda Selanik'te bir dönmenin tamir edilmek üzere terziye bıraktığı yeleğinin cebinden çıkan bir kağıtta bulunmuş ve ilk defa oradan Selanik gazetecilerinden Saadi Levy tarafından kopya edilmiş bir vesikaya dayanır. Böyle tesadüfen ele geçen bir başka vesika da İbrahim Alaeddin Gövsa'nın Bakırköy'ünde bu cemaata ait bir kız mektebinin müdürüyken, bir kızın defteri arasında bulduğu İbranice ve İspanyolca Şabbetay Sebi'nin adı ile başlayan bir besmeledir. (Bknz. İ. A. Gövsa-"Sabatay Sevi")
Selanikte bitişik nizam ve birinden diğerine kolaylıkla geçilebilen evlerde yaşayan bu cemaat efradının evlerinden birinde yeşil abajurlu lambaların zayıf ışığıyla aydınlatılmış gizli toplantı yerleri vardı. "Kahal" denilen bu yerlerde "Payyetan" adı verilen din uluları tarafından dualar okunur ve "Ab-bet-din" denilen reisler tarafından vaaz edilirdi.
Bu vaazlarda daima Sabetay'ın adı yüceltilirdi. Hem bu mesihin ve hem Yakup Querido'nun günün birinde ümmetlerini kurtaracakları inanışı üzerinde ısrar olunduğu gibi, genellikle iyiliğe, hayra ve fıkaraya yardıma teşvik olunurdu ki, çoğu çalışıp zaruret ve ihtiyaç derdinden kurtulmuş bir halde yaşayan cemaat efradı kendi aralarında fakirlere iş bulurlar ve çalışmayanlara ise doğrudan doğruya yardım ederek dayanışırlardı.
Kimi kaynaklar Dönmeleri üç zümre halinde inceler. Bunlardan bir görüşe göre;
1. Doğrudan doğruya Sabetay Sevi'ye iman edenler ki, bunlara "İzmirliler" (2 bin 500 kişi) denilir.
2. Yakup'un taraftarları ki, bunlara "Yakubi" (4 bin kişi) derler.
3. On sekizinci asırda ölen Osman Ağa (Bevvap Baba) müridleri ki, bunlara da "Kuniosos" (3 bin 500 kişi) ismi verilir.
Birinci zümredekiler dönmeler sakallarını, ikinciler başlarını traş ederler. Üçüncüler ise, sakallarını da saçlarını da traş etmezler.
Cemaat içi koltuk savaşları neticesinde, günün birinde Mustafa Çelebi adlı bir haham İzmirli Yakubileri böldü. Ayrılan zümre Sabetay'ın ölümünden tam 9 ay sonra Abdurrahman Efendi adında birinin sulbünden dünyaya gelen Osman isminde bir çocuğun vücudunda Sabetay'ın göründüğünü, çünkü çocuğun mesihin vefatından tam 9 ay sonra doğduğunu, halbuki Yakup'un onun vefatından çok evvel doğmuş olduğunu iddia ediyordu. İşte bu Osman adındaki çocuktur ki, sonradan Osman Ağa-Osman Baba-Osman Bevvap isimleri ile mezhebin hakim ve bir dereceye kadar hurafevi bir şahsiyeti olmuştu.
Osman Bevvab'ın adına 18. asırda kurulan zümre, ticaret yoluna girerek, dünya ile temasları arttırmış ve büyük düşünceye, gelişmeye taraftar gibi görülmüştür. Velhasıl zümreler arasında iki asır evvelinden başlayan çekişmeler, 19. asrın sonuna kadar kin ve nefret dalgası içinde cereyan etmiştir ki, birbirleri ile dostane temastan kaçınmışlar ve birbirlerini küçük görmeye ve alaya almaya kadar varmışlardı. Bu ayrı ve gayrılık birine mensub bir aşçı veya bakkaldan yiyecek alıp yemek, diğeri için haram sayılacak kadar ileri gitmişti.
Yakubilerde cemaatin esrarlı hayatı bir tarikat hayatı vaziyetini koruyordu. Gerçi çocuklar Türk ve müslüman olarak terbiye görüyordu. Ortalıkta bir ayrılık ve bir cemaat hayatı bulunduğu kendilerinden şiddetle gizleniyordu. İzahat isteyen çocuklar ve gençler kati bir inkar şeklinde karşılık görüyorlardı.Yakubilerde cemaat esrarını öğrenmek hakkı ancak evlenmek ile kazanılırdı. Halbuki Osman Baba müridleri, 13 yaşına gelen çocuklarına ibadetleri ve dini merasimleriyle inançlarını öğretirlerdi.
Son zamalara kadar bu üç zümre(Yakubi, karakaşi ve kapani olarak anılmaktalar) varlığını korumuş, ama aralarındaki ayrı ve gayrılık devam edip gitmiştir. Kendi içlerinde de "aristokrat-avam" ayrımı vardı.Cemaat dışından biri ile(mesela gerçek bir müslüman ile) evlenenler aforoz edilir, böyleleri "Kararmış" diye anılırlardı.
Bu üç zümreyi 19. asırda üç ünlü ve zengin aile temsil etti. "İzmirliler", Selanik Belediye Başkanı Hamdi Bey'in ismine, "Yakubiler" Karakaş ailesine, "Osman Babacılar" ise Kapancılar'a biat etmişti. Hepsi eğitime çok önem veriyordu. Selanik'te kurdukları (sonradan İstanbul'a naklettikleri) Fevziye, (Şişli) Terakki ve Işık adında açtıkları okullarda üst düzey eğitim veriliyordu. Meşrutiyete öncülükte, Masonik örgütlenmelerde, İttihat ve Terakki Partisi içinde de hep etkin oldular...
Balkan savaşı ve ardından gelen göç nedeniyle bu cemaat fiilen dağıldı. Toparlanma çabaları sonuçsuz kaldı.1924'te Rüştü Karakaş, Selaniklileri temsilen Büyük Millet Meclisine verdiği bir dilekçe ile "bu gizli cemaat ve mezhebin feshini Türk ve Müslüman nüfusla harman edilmesini" talep etti. Yeni nesil kendi günah ve kusuru olmadan, mazinin üstlerine bastığı bu ayrılık damgasından ve işitmeyi hiç sevmedikleri "Dönme" unvanından bir an evvel kurtulmak istiyordu.(ya da MÜbadele ile devlet zoru ile Yunanistan'dan TÜrkiye'ye zorunlu göç ettirilmelerine mani olmak isiyordu)
Not: (1) Yahudi yazarlar, Sabetay hareketini, merkezi Yahudiliğe toz kondurmadan Osmanlı İmparatorluğu'na karşı bir hareket gibi gösterirler. Yani "dini olmaktan ziyade padişahın otoritesine karşı siyasi bir hareket" ve bu hareket Yahudilere karşı "bugün de var olan güvensizliğin başlangıç miladı" olarak kabul edilir.
(2) 1828-29 yıllarında Bergama civarında dolaşan Mac Farlane adlı bir seyyah, "Trahalla" adında bir Dönme köyü gördüğünü yazıyor. Tip itibarıyla Sami ırkına mensup bu köylülerin buraya iş gereği İzmir'den göç ettikleri tahmini yürütüyor.
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
BÜLBÜLDERESİ (YAHUDİ) KABRİSTANINDAKİ MEZAR TAŞLARINDA YERALAN SOYADLARI LİSTESİ
(NOT: (-men), (-man), (-er), (-ar), (-gen), (-gan), (-bay) ve (-el) gibi eklerin sıklıkla ve bir şifre olarak
kullanıldığına çok dikkat ediniz)
Bülbülderesi Mezarlığındaki (-men) ekli sabetaycı ailelerin soyadları
Antmen,
Denizmen,
Dikmen,
Dikmenoğlu,
Dişmen,
Egemen,
Ekemen,
Germen,
Idemen,
Işmen,
Kermen,
Kökmen,
Öğütmen,
Özdikmen,
Özmen,
Sirmen,
Sütmen,
Topçimen,
Tüfekmen,
Bülbülderesi Mezarlığındaki (-man) ekli sabetaycı ailelerin soyadları
Acıman
Akman
Akosman
Arman
Ataman
Cüman
Darman
Derman
Dorman
Erman
Ferman
Hekiman
Korman
Özerman
Pakman
Pakerman
Sakman
Sezerman
Silman
Sirman
Soman
Tabuman
Uçman
Uluman
Yalman
Bülbülderesi Mezarlığındaki (-er) ekli sabetaycı ailelerin soyadları
Acuner
Akdinçer
Aker
Alever
Altıner
Atamer
Atiker
Ayfer
Ayker
Aykoler
Baler
Başaraner
Başer
Bayer
Berker
Birder
Çeçener
Çeliker
Ceylaner
Cizer
Coşkuner
Edgüer
Erpul
Er
Eralp
Eraltan
Erbelger
Erbiber
Erbütün
Erel
Erem
Erer
Eresen
Eresin
Ergay
Ergin
Ergüç
Erhat
Eriş
Erkorkut
Erkun
Erkut
Erler
Ersunay
Ertedemir
Ertek
Ertem
Ertetik
Erşahin
Erşan
Erşen
Ertürk
Gencer
Gençer
Güner
Koçer
Narter
Ölçer
Onbiner
Öder
Örer
Saker
Sarıer
Seler
Toker
Yeter
Yılmazer
Ürer
Suner
Sunter
Yönter
Bülbülderesi Mezarlığındaki (-el) ekli sabetaycı ailelerin soyadları
Aksel
Aktel
Demirel
Denel
Cümbüşel
Elçin
Elöve
Emsel
Ezel
Göksel
Gerçel
Gürdemirel
Gürsel
Insel
Kandel
Öncel
Özbel
Sürel
Tuncel
Tünel
Türel
Ünel
Tüyel
Uğurel
Törüsel
Yonsel
Yücel
Bülbülderesi Mezarlığındaki (-bay) ekli sabetaycı ailelerin soyadları
Akbay
Baydar
Baydın
Baykal
Baysal
Baytar
Özbaydar
Yurtbay
Ve diğerleri
Acar,Ağaoğlu,Adar,Akagün,A
Akkum,Akoy,,Aksoy,,Aktepe,
Arasıl,Arabacı,Arcan,Arığ,
Aykut,Aytun,Ayzit,Babacan,
Başkurt,Başol,Bayraktar,Be
Bülbülderesi mezarlığının toplam 4 kapısı var.
Bir tanesi deniz tarafına bakıyor. Bu kapı devamlı koruma altında. Giriş çıkışlar kontrollü. Fevziye Hatun Camiinin hemen sağ tarafinda biraz içeride yer alıyor. Ana giriş burası. Girişin hemen sağında Müslüman mezarları göze çarpıyor. Ancak toprak patika yolu takip ettiginiz zaman az ileride Sabetaycı mezarları basliyor.
İkinci giriş ise, Selanikliler Sokağı'nın yokuşunda, az ileride hemen viraj baslangıcı olan yerde solda. Bu kapı ise saat 4:00 gibi kapatiliyor. (Biraz erken degilmi?) Bu giristen araba ile giris yapilabiliyor. Daha dogrusu, vasita ile girilebilecek tek giris burasi. Giriste sag ve solda Müslüman ve Sabetayci mezarlari kariolarak yer aliyor. Ama genelde Sabetayci. Buradan girisle yol saga kivriliyor ve az ileride de Sabetayci mezarlari tüm ihtisamlariyla yerlerini aliyorlar. Solda ise sinagog görevi gören o meshur derme çatma kulübe var.
Üçüncü giriş ise, küçük bir kapıdan. Burasi ne hikmetse devamlı kapalı ve kilitli. Burasi mezarligin Selanikliler Sokagina bakan yönünde degilde, diger yönde; bir baska deyişle park'in içinden ilerlediginizde önünüze cikan ilk sokaktan sağa saptığınızda göreceksiniz. (Oto tamircisinin hemen yaninda) Bu kapi, direk olarak Sabetayci mezarlara açiliyor.
Dördüncü giriş ise, biraz tepede. Buraya hem 3. kapının oradaki sokağı izleyerek; hem de diğer yönden (Selanikliler Sokağından) gelebilirsiniz. Ancak her iki ihtimalde de yokuş tırmanmanız şart. Bu kapıdan da eskiden vasıtayla giriş yapılabiliyormuş ancak şimdi kullanılmıyor ve 24 saat kapalı. Kapidan içeri baktiginizda, görüs mesafesinin iyi oldugu zamanlarda az ileride Osman Nevres'in (Hasan Tahsin) mezarini görebilirsiniz. Ancak kendisi orada degilmis. Gerçek mezari Izmirdeymis. Kapinin en önünde ise simdilik "Eralp" ailesi yatmakta. Bu kapinin girisinin sag tarafinda eskiden metruk ufak bir kulübe vardi - tuvaletten bile beter biryerdi, inek baglasaniz durmazdi. Şimdilerde ise, orayı düzenlemişler. Üstüne de bir taş yazmışlar: "Bülbülderesi Mezarligi Koruma Derneği"(!)
Sorarım sizlere - Türkiye'de hangi mezarlığın koruma dernegi vardır? Hangi mezarlıklara giriş-çıkışlar devamlı kontrol altındadır? Hangi mezarlıkların çoğu girişleri devamlı olarak koca kilitlerle kapalıdır?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.